YILLAR SONRA İLK KISA NOT

Geldim… Çok mevsim, çok zaman geçti farkındayım. Benliğimi düşünce denizine bırakmayalı, elime kalemi almayalı seneler oldu. Kaç zaman geçti sayamadım. Hoş… Saymak aklıma da gelmedi. Gelecek gibi olduğu zamanlarda kendimi meşgul edecek şeyler bulmakta üstüme kimseyi tanımam. Meşgul olduğum şeyler de yine kendime iyi şeyler katmaya çalışmakla ilgilidir. Kendimle ilgili son senelerde fark ettiğim bir şey var ki ( kendimi yazmaktan mahrum bırakınca kendini belli eden) ; yazmanın beni iç dünya denizine bıraktığı ve beni duygularımla baş başa bıraktığı… Elime kalemi hiç almamak kendimden kaçtığımı da gösterebilir, konuyu çevirmek niyetinde değilim kabul ediyorum hiç yazmayarak kendimden uzaklaştım. Son günlerde ise kendimle kalma, kendimi dinleme, maneviyata yönelme, yazmak, okumak ve tekrar yazmak, yazacağım her ne olursa olsun yazmak.

Bu isteğe daha fazla karşı koyamadım. Kelimeler beynimden parmaklarıma bir sel gibi akıyor adeta. Nereden başlasam, neleri yazsam; sanki yazacak çok şey var da, yazacak hiçbir şey yokmuş gibi… Kelimeler mürekkebin ucuna geldiğinde mürekkep bir anlığına donuyor ve sonra tekrar akıyor gibi…

Zihnimdeki kelimeler kağıda dökülüp gerçekliğini ilan edince ellerim ve kalemin birbine ne kadar çok yakıştığını fark ediyorum.

Uzun yıllar görmediğin ama kalbinde sevgisi olan bir dostunla tekrar coşkuyla kucaklaşıyormuşsun gibi. Seni tüm sıcak gülümsemesi, içtenliğiyle hep orada bekliyormuş gibi.

Uzun zaman olmuştu sevgili dostum. Ben geldim. ‘Merhaba… ‘

KISA NOTLAR 3

Belki senin için bir yarın vardır… Belki senin için bin ya da üç bin, belki de on

bin yarın vardır. Ama bazılarımız için sadece bugün var. Ve bugün yaptıklarımız önemlidir. Şu anda… ve belki sonsuza kadar.

Sadece en iyi anılarımı görüyorum. Hatırlamak ve hatırlanmak istediğim şeyleri görüyorum. Ve bazı anların, sonsuza kadar devam ettiğini anladım. Bittikten sonra dahi yaşanmaya devam ediyorlar. Hayatın anlamı onlar.

Sevgiyle

KISA NOTLAR 2

Kalbinde ve beyninde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Soruların kendisini sevmeye çalış, kilitli odalar ve yabancı lisanda yazılmış kitaplar gibi. Cevapları şimdi arama. Şu anda cevaplar sana verilemez. Çünkü sen henüz belki de onlarla yaşamaya hazır değilsin. Bu her şeyi yaşama meselesidir. Şu anda senin soruyu yaşaman gerekiyor. Belki daha ilerde, farkına bile varmadan, günün birinde, kendini cevabını yaşarken bulacaksın. 

Sevgiyle

ASİMİLE OLUYORUZ!

Kültür dediğimiz olgu, dilin gelişmesiyle var olan bir durumdur. Sözlü de olsa, yazılı da olsa, ne olursa olsun dili yok olmuş bir halkın var olması, ayakta kalabilmesi mümkün değildir!

“Bir halkı en iyi, diliyle asimile edersin. Dilini yok et! O halktan geriye hiçbir şey kalmaz! “

Küreselleşmeyle birlikte gelen asimilasyon!

Asimilasyonun kelime anlamıyla başlamak istiyorum öncelikle. Burada bahsedilecek sosyolojik anlamda, bu kelimenin sözcük karşılığı “değişim” olsa da, bu büyük gücün içinde eriyip yok olma anlamı taşıyan, “trajik” bir sözcüktür aslında. “Kendine benzetmek, dönüştürmek, kendisi olmaktan çıkarak bir başkasına benzemek” anlamlarına gelen Fransızca bir sözcük olmasına karşın, konunun iyice anlaşılmasına katkıda olacağı için; yaşamımda hiç kullanmıyor olmama rağmen, bu yazımda geçici olarak kullanmak zorunda kaldığım için, üzüntü içinde olduğumun bilinmesini isterim. Bu sözcüğü yine bu sözcükle ateşlemek istedim.

” ENTEGRASYONU ASİMİLASYONLA KARIŞTIRMAK İNCE BİR ÇİZGİ. “

Entegre olmak topluma ayak uydurmak ve toplum kurallarına uymakla bitmiyor. Yerli ve yabancı yaşamlar arasındaki uçurumları anlamak için, yaşamak gerek Özellikle gençler çok dikkatli olmalılar! Çünkü bir tarafta aileleri, bir tarafta arkadaşları, yaşamak istedikleri duruyor ve bilmeleri gereken; “kendi toplumuna yabancılaşmanın başka halkları ve kültürleri yaşayamayacağıdır. ”

Günümüzde delicesine popüler olan sosyal paylaşım sitelerine elbet bakma imkanı bulmuşsunuzdur. Facebook, twitter, instagram, tumblr ve daha bir kaçı… Paylaşımlara göz gezdirdiyseniz ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Paylaşımlarda, yazışmalarda, kendilerine verdikleri isimlerde bile %90 yabancı kelimeler kullanılıyor. Sadece bu da değil. Gençlerin giyim tarzları bile değişti, hepsi tek tip giyinip, aynı saç modellerini yapmaya başladılar. Amerikan bayraklı giysileri görmekten usandım. Kendi bayraklarını taşıyan kıyafetleri giymezler ama… On gencin dokuzunda bu giysilerden var. Okey’ lerden by’ lardan geçilmiyor. Yabancı müziklere ve yabancı şarkılara âdete tapılıyor. Elbette müzik evrenseldir. Benim kastettiğim popüler kültürün getirmiş olduğu müzikler. Takmışlar kulaklıklarını dünya umurlarında değil. Usulünce selamlaşmanın yerini bile argo kelimeler almış, gençler birbirleriyle selamlaşırken bile ağızlarından argo kelimeler düşmüyor, üstelik utanma duygusu da kalmamış. Dışarıya çıktığınızda etrafınıza bir bakın, bir Türk gencini, bir yabancıdan ayıramazsınız artık. Gençler tamamen yabancılara özenti bir şekilde büyüyorlar ve bunu söylemek çok utanç verici. ” Bu gençlik nereye gidiyor? Türkiye nereye gidiyor? ” demekten kendimi alamıyorum ve kızıyorum doğrusu. İşte ebeveynlere burada çok büyük görev düşüyor. Çocuğunuzu bu duruma sokmamak sizin elinizde, buna duyarsız kalmayın.

Kültür dediğimiz olgu, dilin gelişmesiyle var olan bir durumdur. Sözlü de olsa, yazılı da olsa, ne olursa olsun, dili yok olmuş bir halkın var olması, ayakta kalabilmesi mümkün değildir! Ve biz en büyük tehditle karşı karşıyayız. Türkiye nüfusunun %50den fazlasının genç nüfus olduğunu düşünürsek, bu büyük bir pay. Ne üzücüdür ki gençlerimiz farkında bile değiller. Bir oyunun parçası haline geldiler ve kobay gibi istedikleri doğrultusunda kullanılıyorlar.

Bir defa dilini asimile etmeye başladı mı gerisi de gelir zaten.

Bir dilin yok edilmesi için yapılacak ilk şey o dilin yapısını bozmaktır. Türkçe yapısal anlamda feci bir bozukluğa düştü ki artık hangi dil olduğu belli olmayan kelimeler barındırmaya başladı, Burada başka dillerden gelen kelimelerden bahsetmiyorum, bu topraklarda yaşayan onlarca halk var elbette, bu yüzden bir dilin başka dillerle etkileşmesi normaldir. Benim burada demek istediğim: ” Etkileşim değil yok olmak! ” Dikkat ederseniz, Türk halkı üzerinden ciddi şekilde asimilasyon politikaları yürütülmeye ve göründüğü üzere bundan ciddi anlamda başarı elde edilmeye başlandı. Bunları şu şekilde örnekleyebilirim de: Canım İstiklal Caddemizin ve nice yerlerimizin, gloria jeans, sturbucks, Fransız sokağından sonra düştüğü bu durum…

Halkımızın kendi iş yerlerinde kullandıkları isimler: “Kep-up, Dürümland, Kithapche. ” Komik öyle değil mi? 

Hem komik hem de acınası. 

Kendi kültürümüzden başka bir kültürü benimsiyoruz.

Türk halkı içinden geçtiği bu dönemlerden, geçmişinden beri süregelen düşüncesizleştirme, köle yapma durumundan ötürü, kendi kültürüne, kendi diline yabancı hale gelmiştir. Gün geçtikçe psikolojik olarak çöken Türk halkı kurtuluşu, “özüne dönmekten çok, özünü inkâr etmekte bulmuştur! 

Ve bundan ötürü kendi dilini, kendisi isteğiyle asimile etmektedir.

Bu süreçten tek bir dönüş vardır o da Türk halkının, kültürüne, özüne, diline, sahip çıkmasıdır!

“Diline bugün sahip çıkmayan bir Türk halkının; yarın ne konuşacakları bir dili, ne de söyleyecekleri bir türküleri olacaktır! “

TEK BİR KELİME ” İNSAN ” SİZ BU KELİMENİN ALTINDA YATANLARA BAKIN.

” Ve bir gün düşündü Tanrı…

Nereye koydu o güzel toprakları 

Neye emanet etti kendisine ait bir oyuncağı

Geri istedi o yemyeşil güzel kokulu bahçesini 

Baktığında bulamadı öyle bir yer 

Sinirlendi! Nasıl görmezdi gözleri!

Düşündü ve bir an ürperiverdi her bir hanesi.

‘ İnsan ‘ dedi ‘ nerededir benim bahçem? ‘

İnsan cevapladı: ‘ ARAMA BOŞUNA ONU ‘ , ‘ KALMADI AKILLARDA BİLE CENNETİN KOKUSU! ‘

İnsan; nasıl anlatılır şu insan, nasıl tanımlanır bilemiyorum. Gerçi benimki tanımlamaya çalışmakta değil, bir takım düşünceler. Çelişkilerle dolu, hain, akıllı, sevecen, doğurgan! Bazen ben bile kendimi anlayamıyorken, hangi sıfatı yakıştırıp genelleyebilirim, kendimin de içinde olduğu bu devasa popülasyonu. Hem atalarımı, hem torunlarımı içine alarak, geniş ve cüretkar bir genellemeyi yaparken nelere hassasiyet göstermeliyim…

Yaşamın belli başlı kırılma noktaları var. Her şeyi adlandırma tutkusu içinde yaşayan insan, şu an sahip olduğumuz, içine doğduğumuz teknolojiye hayranlık duyuyor. Kendini kainatın en akıllısı ilan ederken, dünyanın sonunu getirecek olanın da yine kendisi olduğunu unutuyor. 

Bilemiyorum…

Madem bu kadar zeki yaratıklarız kendimize zarar vermek ne diye? Bu aklınıza gelecek her manada. Savaşlar, intikamlar, içilen uyuşturucular, sigaralar, öfkeler, kinler… Bunları tek tek yazmaya kalksam buraya sığdıramayacağım aşikar.

Tanrım! 

Bencilliğin yenik düşen ve bencil olduğunu kabul etmeyi bir çeşit yenilgi olarak düşünen insandan bahsetmeye çalışmıştım aslında! Uyuşturucu satıp da bundan hiç rahatsız olmayan biri gibi. Düşünsene, düşündüğü tek şey para! O uyuşturucuyu satarken karşındakinin ne hale düşeceğini umursamayan bir yaratık.  Bu bir devletin, başka bir devlete çıkarları için silah satmasıyla, bir arkadaşı sırf egosu tatmin olsun diye, diğer arkadaşına kıran biriyle aynı şey, bence hiç fark yok. Hepsi bir çıkar döngüsü ve bencillik yatıyor altında. 

Şimdilerde önemli olan tek şey bireysellik.

Bireysel olarak iyi yaşama isteği. Ama ne kadar çevreye faydalı olma felsefesiyle yaşarsa insan, o kadar mutlu olur öyle değil mi? 

Bence insan, dünyasını küçülttükçe, kendisine ve çevresine daha fazla zarar vermeye başlayan bir yaratık.

Bilmiyorum. Bizim nesle mi özgü bu… Artık böyle mi olacak insanların hayatı? 

Hani eskiden anlatırdı büyüklerimiz, daha beklentisiz, daha küçük yaşamlar. Sanki böyle değil şimdi. Para hayatımızı iyi şekilde yaşayabilmemiz için önemli bir unsur doğrudur lakin dikkat ediyorum, ruhunu paraya satmış kişilikler var. Parayla kazanılan itibarlar, şişirilen egolar, parayla yapılan övgüler, para para para…

Bence para kişilikte önemli bir rol oynuyor. İnsan para kazandıkça gerçek kişiliği ortaya çıkıyor. Etrafımda var parayla değişen kişilikler ( kişiliksizler) Elimden geldiğince uzak durmaya çalıştığım insan çeşidi. Tehlikeli buluyorum onları. 

İnsan ” para ” ile sahip olunabilen tüm değerleri çıkarıldığında geriye kalandır. İnsanı insan yapan maneviyatı ve vicdanı değil midir? 

Dilerim hepimiz daha iyi bir insan olabiliriz. 

Sevgiyle 

KISA NOTLAR

Küçükken annemin kitaplığından bana Montaigne Denemeler çevirisinin perişan bir cildi kalmıştı.  Seneler sonra bu cildi okudum ve ötekilerini arayıp buldum. 

Bu kitapla ne büyük haz ve hayranlık saatleri geçirdiğimi bilemezsin. Bu kitabı, yaşadığım başka bir hayatta yazmışım gibi geliyor. O kadar candan bana! Benim düşüncemi, benim hayat tecrübemi söylüyor.

Montaigne amma da fikir çalmış benden!

ÖYLESİNE BİR YAZI

” Plinius’un dediği gibi herkes kendisi için bir derstir. Elverir ki insan kendini yakından görmeyi bilsin. “

Kendim kalarak, en değişik, kendimden en uzak insan hallerine girip çıkıyorum. İnsanların yarattığı Tanrı’ların hiç birini küçümsemeden ama hiç birine bağlanmadan süzüyorum. Kitaplığımın penceresinden hiç alay ederek değil ama hep gülümseyerek seyrediyorum alaca bulaca dünyamızı, solukları tükenen, sorunları tükenmeyen insanları. 

Kaşlarımı çatarak baktığım kişiler yalnız kendi inançları ve çıkarları için başkalarını asıp kesenler, bir de kendilerini bilmeden, bilgin geçinenler. Yalnız onlardan söz ederken tutamıyorum öfkemi. Hoşgörürlüğümü onlardan esirgiyorum yalnız. 

Bence insan ne olduğunu bilmekte dikkatli olmalı. İyi tarafını da kötü tarafını da aynı titizlikle ortaya çıkarmalıdır. Eğer ben kendimi tamamıyla iyi görseydim bunu bağıra bağıra söylerdim. Kendini olduğundan az göstermek, alçak gönüllülük değil, budalalıktır. Kendine değerinden az paha biçmek korkaklıktır, pısırıklıktır. 

Düşünce derinliğim, bilgi zenginliğim, anlama gücümün büyüklüğünü ya da küçüklüğünü somutça dile getiremem. Ama bilgin değilim. Hiç isteğim de yok zaten öyle denilmesine… Eğitmek, öğretmek, sorunları çözmek, yol göstermek değil, olsa olsa uyarmak istediğim.

Bana göre: “Kimse kimseyi değil, herkes kendi kendisini adam etmelidir. Adam olmaksa, kendini bilmekle başlar benim için. “

Bu da öylesine bir yazı gece gece.

Sevgiyle 

KENDİNİ BİLMEK.

tarih-590x295-6b8b-15ad-12ca

Serbest düşünmek, babadan kalma, donmuş, su götürmez, düşünce kalıplarını zorlamak, başka türlüsünü düşünmeyi kimsenin göze alamayacağı şeylerin doğruluğundan şüphe etmek ki bu benim en hassas olduğum noktadır (bunu kazanmak uzun zamanımı aldı) ; “adetlerden kanunlara, insan hayatının her yönü üzerinde, kendi aklımın ışığıyla yeni baştan fikir yürütmek benim için ‘yegane’ kelimesinin hayat bulması. Bu benim için dünyayı yeniden keşfetmek gibi, yeni bir şeyler bulmanın heyecanı ve o yolda karşılaştığın zorluklar ve dersler… Biliyorum günümüz çağında bu iş olanaksızlıktan çıktı; okuryazarlar insanoğlunun türlü türlü düşünmesinin olanağının bulunduğunu öğretti. İzinsiz düşünme deneyimlerine yer yer, zaman zaman başladım. “Yazmak için yaşamak; yaşamak için yazmak.” Ya da her neyse. Kendimi kitabıma, kitabımı da kendime uyarlamak düşüncesi içindeyim.

Yıllar yıllar önce ailemle birlikte şehir değişikliği yapmamız ve çalkantılı öğrenim hayatım, yaşadığım şeylerin getirdiği bir takım koşullar, yeni insanlar, ardından üniversite hayatım; kütüphaneme daha fazla bağlanmaktan, inancımın sütunlarını sağlamlaştırmaktan ve kendi kendimi işleyen ve geliştiren düşünceme yeni ipuçları getirmekten başka bir işe yaramadı. Şüphesiz ki yaşanan her şey beni olduğumdan daha iyi bir ben haline getirdi. Özellikle son 4 yıl içinde küçük şatomun kulesine öyle kapandım ki; hayat koşuşturmacası, insanlar bile beni telaşa düşürmedi. Köşemden, düşüncemden ve ibadetimden ve kitabımdan ayırmadı. Ve geçen dört yıl, hala geçirdiğim şu günlerim aklımın, düşüncemin, ve benliğimin hamurunu yoğurmakla geçti, geçiyor.

“Kendi düşüncemle edindiğim bilgiler bana, sırf rastlantılarla edindiğim hazır ve gelişigüzel bilgilerden daha değerli gelir; kendi kazandığımız temiz dostluklar nerede, iklim ve kan bağı dolayısıyla bağlı olduğumuz dostluklar nerede!” diyor Montaigne. Burada da her zamanki gibi düşüncelerimin tercümanı oluyor.

“OKUMAYI AŞK HALİNE GETİRDİM, GEZMEYE İSE ÇOK FIRSATIM OLMADI.”

Çok gezmeye fırsatım olmadı lakin gezdiğim o vakitlerde en çok sevdiğim şey, yabancı olduğum bir yerde uyandığım sabahlar. Yepyeni şeyler göreceğimi düşünüp sevindiğim o anlar. Çünkü bazen; bildiğim yerlere pencereden bakmak bile sıkıntı veriyor. Bu yüzden kitaplarımı da gezer gibi okurum. Okumuş olmak için değil, yeni ufuklar, yeni lezzetler, yeni düşünceler bulmak için, tekrar tekrar okuduğum kitaplarda her seferinde yeni yeni bir şeyler bulmam, onları dilediğim vakit dilediğim bir yerinden açıp okumamdan ileri geliyor. Kitabım da adım başı başkalarından alıntı sözlerle doludur. Fakat bu sözlerin ne kadar benimsenmiş, ne kadar yaşanmış olduğunu göreceksiniz. Bilgiçlik tasladığım hiç bir okurumun aklından geçmesin. Bilgiçlerin ilk ve amansız düşmanı da bu değil mi? :

Kendime öğrettiğim en önemli yollardan biri de; kendi düşüncemi başkalarının düşüncesiyle zenginleştirme yoludur. Bana göre insan düşüncesi sistemleri kırarak gelişir, çünkü hiçbir sistem hayatı  ve insanı bütün zenginliğiyle kucaklayamaz. Ben istediğim her şeyi yeni baştan düşünebilmekteyim. Kendi bulduğum gerçek karşısında dahi dudak büküp ‘ne bileyim’ diyebiliyorum bazı vakitler. İnsan aklından şüphe edebiliyorum bazen ve aynı akla ipuçları veriyorum. Halbuki bazı yazılarımda hiçbir düşüncenin (şüphenin) kararsızlığın izini taşımayan, her biri, bir sistemin temeli olacak kadar sağlam, kendimden emin hükümlerim çoktur. Ruhla bedenin ayrılmazlığı, hayatın sürekli bir değişim olduğu, tabiatın aşılmakla değil, ona uyulmakla yenilebileceği gibi…

Ben bir düşünüşü, bir bilgi yolunu tanıtmaktan çok, hepimizin günlük hayatına inerek, sizi yaşarken düşünmeye, düşünürken yaşamaya, kendi kendinizin düşüncesini aşmaya sürmemdir. Hiçbir meselede ben sizin yerinize düşündüm, düğümü çözdüm, siz artık düşünmeyin sadece benim dediğime uyun demiyorum. Bakın, düşünün, ölçüp tartın, düşündükçe neler çıkıyor ortaya; araştırın kendi içinize ve çevrenize bir bakın ipucu isterseniz işte benimki diyorum. Belki böylelikle hayata, insan düşüncesinin çıkabildiği tepelerden bakabiliriz hepimiz. (düşünmekle)

Ben ahlakçı değilim, dogmatik değilim, hele bilgiçlik taslayan biri hiç değilim.

Ben sadece düşünen biriyim.

Sevgiyle.

İstanbul’un çıkmaz sokağından” Türkiye.”

terc3b6r
Kurmak zorunda bıraktıkları cümle. Hem de son altı ayda 3 defa, defalarca…
Merak mı ediyorsunuz?
Biz İstanbul’dayız ve iyi değiliz.
Şehirde cesurca dolaşamadığımız
O çok bayıldığımız AVM’lere gidemediğimiz
Metroya binmeye kalbimizin yetmediği
Kadıköy’e inmenin belkide intihar olduğunu düşündüğümüz
Yüzlerce masum insanı patlamalarda kaybettiğimiz
Ve bu kötü sistemin böylece sürüp gittiği bugünlerde, biz hiç ama hiç iyi değiliz…
Basit sorular sorarak ilerleyelim:
TERÖR NEDİR?
– Bu kelimenin anlamı yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutmadır.
TERÖRÜN AMACI NEDİR?
– Terör eylemleri ile varolan bir durumu değiştirmek ve/veya değişmeye zorlamaktır.
TERÖRE ÖRNEK VERİNİZ.
– PKK
+++ VAROLAN DURUM VE DEĞİŞMESİ İSTENEN NEDİR?
– Bu soruya pek azımız cevap verebiliyoruz.
1- Değişmesi istenen ülkenin sınırları mıdır? Yani kurulması planlanan yeni bir devlet, Türkiye’nin Güneydoğusunda toprak mı istemektedir?
2- Hangi devlet, tarihinin terör eylemlerine dayalı olmasını ister?
3- Hangi devlet, sadece terör eylemleri ile bir başka devletten toprak almayı başarmıştır?
Genelde dile getirilen bu olsa da, değişmesi istenen şeyin sınırlar olmadığı konusunda hemfikir olabiliriz. Belki de yeni bir savaş kapıda ve bu olanların hepsi buna bir ön hazırlık da diyebiliriz.
Değişmesi istenen, varolan koşulların iyileştirilmesi ya da hali hazırda varolmayan bazı hakların elde edilmesi midir?
Anayasaya bakalım, 5. maddede devletin görevlerine açıklık getirilmiştir.
***********
” Devletin temel amaç ve görevleri,Türk Milleti’nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyet’i ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun, refah huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak suretle sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır. “
DEVLET TEMEL GÖREVLERİ YERİNE GETİREBİLİYOR MU?
DEVLET BU BÖLGEDE GÜVENLİĞİ SAĞLAMAYA ÇALIŞIYOR MU?
– Evet, en azından ordu ve emniyet teşkilatının orada hizmet verdiği söylenebilir.
DEVLET BU BÖLGEDE ADALETİ SAĞLAMAYA ÇALIŞIYOR MU?
– Evet, en azından, adli kurumların orada bulunduğunu söyleyebiliriz.
DEVLET BU BÖLGEDE SAĞLIK HİZMETİ VERMEYE ÇALIŞIYOR MU?
– Evet, en azından hastaneleri, doktorları, diğer sağlık personelleriyle orada bulunduğunu söyleyebiliriz.
DEVLET BU BÖLGEDE EĞİTİM HİZMETİ VERMEYE ÇALIŞIYOR MU?
– Evet, en azından okullar, üniversiteler, ve öğretim görevlileriyle orada bulunduğunu söyleyebiliriz.
DEVLET BU BÖLGEDE TİCARETİ DESTEKLEMEYE ÇALIŞIYOR MU?
– Evet, en azından tüm ticari kurumlarıyla orada olduğunu söyleyebiliriz.
DEVLET BU BÖLGEDE AYRIMCILIK YAPIYOR MU?
– Herhangi birimiz, sadece kürt kökenli olduğu için kendisine hastanede bakılmadığını, çocuğunun okula kaydının yapılmadığını ya da buna benzer bir ayrımcılığın yapıldığını söyleyebiliyor muyuz?
DEVLET BU BÖLGENİN KENDİNİ DEMOKRATİK BİR ŞEKİLDE TEMSİL ETMESİNE OLANAK SAĞLIYOR MU?
– Evet, şu anda bölgenin temsilcileri, Millet Meclisi’nde yeterince sandalye ile temsil edilmektedir.
PEKİ, GÖRÜNÜRDE HERŞEY KİTABINA UYGUN İKEN, NEDEN BÖLGEDE TERÖR VAROLMAKTADIR?
BELKİ DE TERÖRİST DEDİKLERİMİZ SANDIĞIMIZ KİŞİLER DEĞİL DE, BU ÜLKENİN BÖLÜNMESİNİ VE BİRBİRİNE DÜŞMESİNİ İSTEYEN DIŞ GÜÇLER OLABİLİR Mİ?
– Sonuçta terör faaliyetlerine maruz bırakılan ülke cumhuriyet rejimi ile yönetilmektedir. Yani demokratik olmayan bir rejim ancak; söz konusu olan terörün oluşmasına neden olabilir.
– Sonuçta terör faaliyetlerine maruz bırakılan ülke, devlet vatandaşlarına aşağı yukarı benzer hizmetleri vermeye çalışmaktadır. Aksi durumlarda terörün oluşması anlaşılabilir olabilir.
– Sonuçta terör faaliyetlerine maruz bırakılan ülkede, vatandaşlar birbiri ile eşit kabul edilmekte ve ayrımcılık yapılmamaktadır. Aksi durumlarda terörün oluşması anlaşılabilir olabilir.
– Sonuçta terör faaliyetlerine maruz bırakılan ülkede, varolduğu söylenen baskılar, meclisteki milletvekilleri ya da avrupa birliği uyum sürecinde zamanla azalmaktadır. Aksi durumlarda terörün oluşması anlaşılabilir olabilir.
YANİ GÖRÜNÜRDE TERÖRÜN ASIL NEDENİ OLABİLECEK TÜM KRİTERLER BİR ŞEKİLDE DAYANAKSIZ KALMIŞ OLUYOR.
GERİYE ASLINDA DİLLENDİRİLMEYEN SEBEPLER KALIYOR…
TERÖRÜN AÇIKÇA SÖYLENMEYEN SEBEPLERİ NELER OLABİLİR?
1- Bu bölgenin üç önemli kaçakçılığa yataklık etmesi sebeplerden birisi olabilir mi?
İnsan kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı ve silah kaçakçılığı konusunda bu bölgenin tüm dünyada bilinen bir şöhreti olduğuna göre bu bölgedeki istikrarsızlık, kaçakçılık için uygun zemini yarattığına göre sebep olarak bunu da değerlendirmeye alabiliriz.
2- Ülkede faaliyet gösteren bir terör örgütünün bulunması derin devlet olarak tabir edebileceğimiz unsurların faaliyetlerine uygun zemin yarattığına göre, sebep olarak bunu da değerlendirmeye alabiliriz.
3- Dış güçler olarak tabir edilen bir takım ülkelerin, Türkiye üzerinde gerçekleştirmek istedikleri eylemler için taşeron kullanmaları mantıklı olabileceğine göre, sebep olarak bunu da değerlendirmeye alabiliriz.
4- Ortadoğuda zaman zaman süregelen istikrarsızlığın, zaman zaman, farklı ülkelerin de benzer sorunlarla karşılaşmasına yol açtığını bildiğimize göre sebep olarak bunu da değerlendirmeye alabiliriz.
Buradaki muhtemel sebepleri artırdıkça, gerçek sebebin, istikrarsızlık ortamından fayda sağlamak olduğunu da görebiliriz. Bu sebepler daha bu şekilde sıralanabilir, Ben şu anda sadece bakış açınızı farklı yönlere de çekmenizi isttiyorum.
TERÖR EYLEMLERİNDEN KİMLER FAYDA SAĞLAYABİLİR?
İstikrar oluşması durumunda, kimlerin maddi/manevi zarar görebileceklerini düşünelim.
Kimlerin para/itibar kaybedeceklerini düşünelim. Bu konuda George Orwell’in 1982, adlı eserini okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
TERÖR EYLEMLERİ NASIL SONLANDIRILABİLİR?
– Öncelikle varolan belirsizlik ve karmaşa ortamını sonlandırmalı, özellikle bu konuda mümkün olan her ortamda tartışmalı, farklı fikir ve sonuçlar bir araya getirilmelidir.
– Üniversitelerimizin güzide öğretim üyelerinin bu konudaki araştırmalarını okumayı dört gözle bekliyorum.
– Medyadaki yazarlarımızı, önce devletin kurumlarını sorgularken ve hatanın sebebini aramaya çalışırlarken görmeyi de dört gözle bekliyorum.
– İnsanlarımızın etrafına ön yargılarla bakmadıkları bir günün gelmiş olmasını da dört gözle bekliyorum.
– Şu an itibari ile artık geri döndürülemez bir şekilde terör örgütünde rol alan tüm bireyler ve kurumlar yakalanmalı, etkisiz hale getirilmelidir.
– Bunun için başta istihbarat, ardından da asker ve emniyet kurumlarının da daha etkili ve özenli çalışmalarını, sonuç aldıklarını görmek istiyorum.
– Hep beraber, akademisyeninden polisine, öğrencisinden başbakanına kadar, herkes önce anlayacak, beraber çalışacak ve en sonunda, önce etkisiz hale getirilecek, sonra yeniden canlanabileceği bir taban bulamayacak ve bu şekilde tabanını kaybeden örgüt, birkaç cılız eylem sonunda farklı bir vücut bulana kadar sessiz kalacaktır. Unutmayın ki tüm bu kargaşa bizlerden besleniyor, bizi birbirimize düşürmelerine izin vermeyerek bir olarak ayakta kalabiliriz.
Yazımı Suriyeli bir kadının çok anlamlı bulduğum cümlesiyle bitirmek istiyorum: ” Etrafımıza düşen bombalara aldırmıyorduk, ta ki bombalar evimizin üzerine yağana, sevdiklerimizin canını alana kadar… “
Dileyelim bir daha böyle bir olay yaşanmasın… Sağlıcakla Kalın.

H A A R P! AMERİKA’NIN GÖRÜNMEZ SİLAHI.

 

http://www.kafamola.com/haarp-amerikanin-gorunmez-silahi/

En mükemmel savaş, tek bir kez bile ateş etmediğiniz ve kimsenin açtığınızı bile bilmediği bir savaştır!!!

Atmosfer silahlarının şimdiden saldırılarda kullanılmış olması mümkün mü? Örneğin: ” Bir düşman Kuzey Amerika’daki jet akıntısını değiştirebilirse Kuzey Amerika’yı bir buzul çağının içine gömebilir.” (Jet akıntısı dünya gezegeninin can damarıdır.)

“ H A A R P ! “

Kısa adı HAARP (High Frequency Active Auroral Research Program) olan ve ABD tarafından İyonosfer’in özelliklerini ve davranışlarını araştırmak üzere Alaska’da sürdürülen çalışmadır. İlk kez Sırp asıllı Amerika’lı bilim adamı “Nikola Tesla” tarafından ortaya atılmış bir fikirdir. Nikola Tesla muhtemelen yönlendirilebilen enerji silahlarının kurucu babası olarak değerlendirilebilir. Kendisi atmosfer stratejilerinin temellerini atan ve insanları atmosferi kontrol etme arayışına yönlendiren yine Tesla olmuştur. Bu projenin hayata geçirilmemesi için birçok ülkede kampanyalar yapılmıştır. Çünkü HAARP projesi iklim kontrol ve yapay deprem silahı olarak kullanılabilme iddialarından dolayı çok tartışmalı bir konu halini almıştır. HAARP, Pentagon’un kontrolünde ve ABD ordusunun hizmetinde olan önemli bir projedir. Alaska’daki merkezde şu anda, yüksek frekansta radyo sinyali yayımlayabilen toplam 48 adet anten bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, çok yüksek frekanstaki sinyallerle ilgili çalışmalarda kullanılacak olan bir radar yapılılmıştır. HAARP’m sıradan bir radyo istasyonundan farkı daha güçlü olması ve antenlerinin yönlendirilebilir ve belirli bir noktaya odaklanabilir olması. Bunun anlamı 3.6 megawattlik radyo sinyali sadece gelişi güzel bir şekilde dışarı yayılmayacak, bunun da ötesinde, bu radyo sinyalleri bir ışının içinde yükselebilecek. Bu isinin parlaklığı radyo mühendislerinin “effective radiated power” (ERP-etkili ışınlaştırılmış enerji) olarak adlandırdıkları şey. HAARP şu anda 4.7 gigawatt civarında ERP’ye sahip… Aslında HAARP gizli bir proje değil. Amerikan Savun-ma Bakanligi da HAARP’m varligini diger projelerde olduğu gibi inkar etmiyor. İnternette HAARP’in kendi web sitesi bile var.

Giz ve ihtilaf, amaçlar ve sonuçlar söz konusu olduğunda başlıyor.

Bu ihtilaflı projenin yöneticisi olan John Heckscher’e göre HAARP’in amacı gayet masumane: HAARP, iyonosferi dev bir anten olarak kullanabilmek amacıyla, bir iyonosfer yamasını ısıtmak için araştırmacıların kullanabileceği bir alet. HAARP tamamlanıp harekete geçirildiği zaman (ki geçirildi), dev antenler, aynı zamanda yüksek frekanslı radyo dalgalarını dar bir ışının içinden iletecekler. Bu radyo dalgalan iyonosfere gönderilecek. Amerika’lı askeri yetkililere göre, HAARP şunları gerçekleştirecek :

1-Atmosferdeki termonükleer araçların elektromanyetik vuruşlarını değiştirmek

2-Denizaltılarla haberleşmeyi kolaylaştırmak

3-Radar sistemlerini son derece geliştirmek

4-Çok büyük bir bölgede, ABD ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak,

5-EMass ve Cray bilgisayarları ile ortaklaşa, toprağın altını çok derinlere kadar incelemek,

6-Büyük alanlarda petrol, doğalgaz ve mineralleri tespit etmek,

7-Cruise füzeleri gibi her türlü saldırı silahı ve uçağı havada imha etmek.

Gelelim, bu projeye karşıt olan Amerika’lı bilim adamları da var. Bu projenin son derece tehlikeli olduğunu savunuyorlar. Çünkü onlara göre, HAARP öylesine bir güç haline gelebilir ki, elinde tutan dünyanın tartışmasız hakimi olur! Bu proje çok küçük sinyallerle çok büyük enerjileri kontrol etme mantığı üzerine kurulduğuna göre, Zbigniev Brezinski’nin 1970’lerde sözünü ettiği “iler ki yıllarda teknolojiye bağlı daha kontrollü bir toplum olacağı ve elitlerin bu imkanı kullanacağı” cümlesi sanki gerçek oluyor…

Projenin karşıtlarından biri olan, ülkenin en ünlü jeofizikçilerinden Prof.Gordon J.F.MacDonald’e göre, elektromanyetik teknoloji bakın daha neler yapabilir :

1-İklimleri değiştirebilir,

2-Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir,

3-Ozon tabakası ile oynayabilir,

4-Deprem yaratabilir,

5-Okyanus dalgalarını kontrol edebilir,

6-Dünyanin enerji alanları ile oynayarak, insan beynini kontrol altına alabilir,

7-Radyasyon yaymayan termonükleer patlama oluşturabilir…

HAARP ayrıca , verili bölgenin üstündeki iyonosfer bölümünü kışkırtarak (uyandırarak), dünyanın herhangi bir yerindeki iletişimi engelleyebilecek. Etki, yerel bir fırtına gibi olacak; bölgenin içinde veya dışında herhangi bir yayın total bir engelle karşılaşacak. Bunlar yapabildiklerinin sadece bir kısmı.. Dehşet değil mi?

Bilinç kontrolü mü? 

Begich ve Manning tarafından yapılan araştırmalar, garip projelerin örtüsünü kaldırdı. Örneğin, ABD Hava Kuvvetleri dökümanları insanın zihinsel eylemlerini manipüle etmek ve değiştirmek [geniş coğrafik alanlar üzerinde titreşen radyo frekans radyasyonu (HAARP’ın maddesi) aracılığı ile] için bir sistem geliştirdiğini meydana çıkardı. Bu teknoloji hakkında en çok anlatılan materyal, ünlü Zbigniew Brzezinski’nin (Carter’in eski ulusal güvenlik danışmanı) ve J. F. MacDonald’m (Johnson’ın bilim danışmanı ve UCLA’da jeofizik profesörü) jeofizikal ve çevresel savaş için güç ışınlama transmiteri hakkında yazdıkları yazılarından gelir. Bu dökümanlar, bu etkilerin nasıl insan sağlığı ve düşüncesi üzerinde olumsuz etkilere neden olabileceğini gösterir. Brzezinski 25 yil önce Kolombiya Üniversitesi’nde bir profesörken yazmış olduğu bir kitapta şöyle diyor: “Politika stratejistlerinin beyin ve insan davranışları üzerine yaptıkları araştırmalar ; sömürmeyi özendiriyor.” Jeofizikçi G. J. F. MacDonald (savaş problemlerinde uzman) doğru olarak zamanlanmış, suni olarak uyandırılan elektronik darbelerin dünyanın belirli bölgeleri üzerinde göreceli yüksek güç düzeyleri üretecek sarsmalar kalıbına önderlik edebileceğini söylüyor. Bu yolda birisi, ciddi olarak, seçilmiş bölgelerde çok geniş nüfusun beyin performansını bozacak bir sistem geliştirebilir. Ulusal çıkarlar için davranışları manipüle etmede çevreyi kullanma düşüncesinin ne kadar derinden rahatsız edici olduğu kimileri için sorun değil; böyle kullanıma teknolojinin izin vermesi, galiba gelecek birkaç on yıl içinde gelişecek.” Problem su: dünyaya nüfuz eden radyasyonlar için gerekli olan frekans, insanın zihinsel fonksiyonlarının tahribi için en çok zikredilen frekans dizisinin içinde. Ayrıca balıkların ve vahşi hayvanların (ki kendi rotalarını bulmak için rahatsız edilmemiş enerji alanı üzerinde ilerlerler) göç modelleri üzerinde pek derin etkilere sahip olacak. Ayrıca Hutchison’un açıkladığı gibi beyin, oranlı dar üstün frekanslar bağı içinde çalışır. Üstün beyin dalga frekansları beyinde yer alan aktivite çeşitlerine aracı olur. 4 temel beyin dalga frekansı grubu vardır ki bunlar çogu zihinsel aktiviteyle birleşirler. 1.si ; beta dalgaları (13-15 Hertz veya titreşim saniyede), bir kişinin dikkati normal aktivitelere doğru dışa yöneldiği zaman, normal aktivite ile birleşir. Bu alanin yüksek sonu, stres ve kışkırmış (heyecenlı) durumlar -ki düşünmeyi ve algısal becerileri bozar -ile birlesir. 2. grup , alfa dalgaları (8-12 Hertz), gevşetmeye aracı olabilir. Alfa frekansları öğrenme ve odaklanmış zihinsel fonksiyonlar (iş görme) için idealdir. 3.sü teta dalgalari (4-7 Hertz); zihinsel imgelemeye, hafizaya ve iç zihinsel odağa girişe aracı olur. Bu durum genellikle genç çocuklarla, davranışsal niodifikasyon ve uyku durumlarıyla ilgilidir. Son olarak, ultra yavaş delta dalgaları (5-3 Hertz), bir kimse derin uykudayken bulunur. Genel kural odur ki, beynin üstün dalga frekansı, saniyede titreşim süresinde rahatlanıldığında en düşüktür ve insan en uyanık ve heyecanlıyken en yüksektir. Beynin, elektromanyetik araçlar ile dıştan canlandırılması (tahrik edilmesi) bir dış cihaz (jeneratör) ile yeni bir safhaya geçirilmesine veya kilitlenmesine neden olabilir. Üstün beyin dalgaları dış tahrik tarafindan yeni frekans kalıplarına sürülebilir veya itilebilir. Başka bir deyişle, dış sinyal sürücüsü veya itici cihaz beyni bir yolculuga çıkarır, normal frekansları beyin dalgalarında değişikliğe neden olmaya bütünüyle götürür; ki bu daha sonra beyin kimyasında değişmeye neden olur; ve bu da daha sonra beyin çıktılarında, düşünce şekillerinde, duygu veya fiziksel durum şekillerinde değişmeye neden olur. Beyin manipülasyonu iki yoldan birine çıkar: Faydalı veya zararlı. Bu HAARP’ın bilinç kontrolü konusunda, uygulamalarında neler yapabileceğinin göstergesidir.

Bununla beraber, HAARP’m kayıtlarında, bunun insandaki yan etkileri henüz ortaya çıkarılmamıştır; fakat Begich ve Manning’in kitaplarındaki hükümet dökümanlarında görünmektedir. Pentagon hava kontrol teknolojisine sahip. HAARP tam güç düzeyine eriştiğinde, tüm yarımküreler üzerinde daha güçlü hava etkileri yaratabilecek. Eğer bir hükümet dünyanın hava modelleri ile deney yapıyorsa, yapılan iş gezegendeki herkesin en önemli ortak sorunlarından biridir. SONUÇ Basta Dr. Nick Begich ve Jeane Man-ning’in araştırmaları olmak üzere tüm araştırmacıların çaışmaları, HAARP’m pek de masum bir girişim olmadığının işaretlerini veriyorlar. Bu görüşlere göre HAARP’ın sağladığı, ABD’nin elindeki olanaklar şunlar: – Atmosferi manipüle etmek ve modifikasyon sağlamak, – Askeri ve güçlü bir silaha sahip olmak, – Geniş kitlelerin düşüncelerinin ve ruhsal durumlarının kontrol edilmesini sağlamak, – Kendi komünikasyon sistemini geliştirip, istenilen ülkelerin sistemlerini çökertmek. Böyle bir programın ABD hükümetinin elinde yeni bir kitle imha silahına dönüştüğü ortada. Program, askeri gizlilik gerekçeleriyle kamuoyundan gizli tutulmaya çalışılıyor. ABD’nin kirli sicili; bilimi, teknolojiyi ve bilim insanlarını nasıl kullana geldiği düşünülürse ve ortaya konan deliller göz önünde tutulursa yapılmak istenenlerin bunlar olmadığını söylemek çok zor!

KAYNAKÇA http://en.wikipedia.org/wiki/High_Frequency_Active_Auroral_Research_Program http://www.idefix.com/kitap/haarp-kiyamet-teknolojisi-aydogan-vatandas/tanim.asp?